14 Kasım 2013 Perşembe



hayatın mahkumlarıyız hepimiz
elimizde kelepçe olacakları bekleyen...
en kötüsü de karanlık olması odanın
siyahıyla umutsuzluğu besleyen...

ben buldum ışığımı 
lakin,
ısrar etmeyin söyleyemem

...

-ahmet onur-



2 Ekim 2013 Çarşamba


kalanların gözüne bakarım
gidenler aklıma geldikçe...

yalnız kalıyorum, tükeniyorum

saniyeler bir bir geçtikçe...

kimse bilmez niçin gittiler 

veyahut da nereye..?
                                                                      02.10.2013   I  gidenlere





10 Haziran 2013 Pazartesi

fidan

Bundan yıllar önce yalnız bir tepede küçücük bir fide yaşarmış. bu fidenin etrafta gördüğü şeyler alabildiğine yeşillik ve masmavi gökyüzü, duyduğu sesler kuş cıvıltısı ve rüzgar fısıltısıymış. bir gün daha önce hiç görmediği bir canlıyla karşılaşmış. oldukça hızlı hareket edebilen bu yaratıklar, öğrendiğine göre insanmış. başlarda onları izlemeyi sevmiş bizim fide, ta ki aralarından küçük bir çocuk rahatça top oynamak için onu kırmaya kalkana dek. çok korkmuş küçük fide, ayağıyla üstüne basıyormuş çocuk. tam kırılacakken incecik beli, başka çocuklar çıkagelmiş ve engel olmuşlar yaramaz çocuğa. yaramaz çocuk çaresiz az ilerde oynamak zorunda kalmış topunu. onu kırılmaktan kurtaran çocuklarsa, kurtartıkları yetmemiş gibi bir de su vermişler fideye. yaramaz çocuğun babası da bağırmış uzaktan, 

'' oğlum bırak artık şu oyunu, kısacık şortlar giyiyosun... erkek adama şort yakışır mı! '' 

çocuğun hayaliymiş, futbolcu olacakmış. ama babasının zoruyla bırakmış, o günden sonra oynamamış. kendini derslerine vermiş. bizim fide henüz fidan olmuşken bir kaç insan onu ayırmış toprağından. günlerce çıplak kalmış, üşümüş küçük fidan. ta ki kocaman bir şehrin tam ortasında bir parkta kökleri tekrar toprakla buluşuncaya dek. çok gürültülüymüş küçük tepeye göre bu park, alışamamış önceleri. fakat sonra sonra bakmış ki bir çok güzellik var bu parkta. nice aşklara şahit olmuş ne mutluluklara. bazen kavgalara. ama huzur varmış bu parkta. huzuru bulmuş. o bu parka alışmaya çalışırken bizim çocuk da büyümüş üniversitesine alışmaya çalışıyormuş. küçükken fıdeyi kırmaya çalışan taş kalbi de kendisiyle birlikte büyümüş, yumuşamadan. bir kez olsun sevdiği kızla parkta oturmamış el ele. oturanlara da sinir olurmuş. ayıpmış ona göre babasının kendisine yasakladığı şort kadar en az. kimisi de bira içermiş parklarda, orda burda. kokarmış. ona göre pis insanların içtiği pis bir içkiymiş bira. üniversite hayatı boyunca kendisi gibi düşünen arkadaşlarıyla haftada bir toplanıp konuşmaktan başka bir etkinliği yokmuş sosyal anlamda. her hafta yapılan bu sohbetlerde giderek daha fazla insan biriktirmiş arkasında. ve bir gün bu kalabalığın doğurduğu kuvvetle ülkenin geçmiş ülkenin başına. günlerden bir gün yolu düşmüş bizim parka. küçük fidanın getirildiği, büyüyüp ağaç olduğu o parka.artık üç beş insan engelleyemezmiş onu. çok daha güçlüymüş artık. yıllar önce yapamadığını şimdi yapabilirmiş. o ağacı sökmek için gittiğinde, önünde aynı insanları görmüş yine. evet kendisi artık çok güçlüymüş belki. o savunmasız fidenin karşısında o güçsüz çocuk yokmuş artık. burnundan soluyormuş hırsından. ama tahmin edemediği bir şey varmış geçiremediği aklından. karşısında artık küçük bir fide değil, koccaman bir orman varmış. can suyunu ulu önderden alan..!

28 Ocak 2013 Pazartesi

25 Ocak 2013 Cuma

üçleme

ı
Seni arayan gözlerle bakmak etrafa
sesini duymayı bekleyen iki kulak
kokunu alamayınca küsmek hayata
katlanamadığım şeydir sana dokunamamak...
ıı
Gece sessiz, gece karanlık...
baktığımda gökyüzüne bir anlık,
onlar da seni arıyor sanki: 
ay ve aydınlık...
ııı
Sensizlikte sana kavuşmak
atlamak gibi yıldızlardan...
bulutlar yüzüne çarpa çarpa,
son hızla sarılmak dünyaya...

14 Ocak 2013 Pazartesi

karınca yıldızı



siz karınca yıldızının hikayesini bilir misiniz..? 

anlatıyım:


bu hikaye, yer altından gökyüzüne bir yolculuğun hikayesidir... yıllar önce yer altında büyük bir karınca kolonisinin küçük bir bireyi varmış... işçi karınca... bu karıncanın diğer karıncalardan görünüşte hiç farkı yokmuş... her gün arkadaşlarıyla işe gider, koloni halkı için çalışırmış... arkadaşlarını sever, onlardan ayrılmak istemezmiş... hayatından memnun halde yüzü hep gülermiş... günler böyle geçmiş, ta ki karınca, yer altından yer yüzüne çıkana kadar... üstleri, onun yer altındaki görevlerinde başarılı olduğunu görmüş, yeryüzünün tehlikelerine ve şatafatına hazır olduğuna kanaat getirmiş... işçi karınca, yer yüzündeki görevinin ilk gününü sabırsızlıkla beklerken vakit gelmiş, çatmış... uzun yolculuk sabahın erken saatlerinde başlamış... kalbi hızla çarpıyor, uzaktaki beyaz ışık büyüdükçe kalp atışları daha da hızlanıyormuş... yeryüzüne çıktığında, giderek yaklaşan o beyaz ışığın içindeymiş artık... şaşkınlıkla etrafına bakınarak diğer arkadaşlarını takip ediyormuş... şaşkınlığı çabucak geçmiş... koloniden dışarı çıkmaya alışmış... yeryüzüne çıkmak artık onu biraz olsun bile şaşırtmıyormuş... ta ki gökyüzü onu şaşırtana kadar... kafasını yukarı kaldırdığında oradan oraya hareket eden o karaltıyı görene kadar... gözlerini ondan alamamış... yeni bi dünyaya çıktığı günden daha çok şaşırtmış bu ilginç şey onu... en yakınındaki arkadaşına sormuş heyecanla:

- nedir bu..?

omzuna hızlıca gelen darbeden sarsılan arkadaşı:

- ona serçe derler... bi çeşit kuştur... dikkatli olmasın, arada bir bize saldırırlar...

işlerini bitirip eve döndüklerinde, karıncanın şaşkınlığı hala geçmemiş... heyecanla ertesi günü bekliyor... saatleri, hatta dakikaları saymaktan gözüne uyku girmiyormuş... ertesi gün yine heyecanla yeryüzüne çıkmış... ve tüm gün yukarıda uçan serçeleri izlemiş... bu heyecan, günlere yenik düşmemiş... bir gün olsun azalmamış... ama artık karınca, eski karınca değilmiş... kaptırdığı bu heyecan, onun yüzündeki gülümsemeyi, hayatındaki neşeyi alıp götürmüş... heyecan yerini hayranlığa bırakmış... karınca, serçenin hayatına çok imreniyormuş:

-tanrım..! keşke beni bi serçeye çevirsen... 

o kadar içtenmiş ki bu dilek, tanrı ona karşılık vermiş...

-seni serçeye çeviririm fakat aileni ve arkadaşlarını bir daha göremezsin... hala istiyor musun serçe olmak...

serçe şaşkınlık içinde korkarak:
-evet istiyorum... onun gibi uçabilmek için her şeyi yaparım.

tanrı:
- dileğini yerine getireceğim... ama ailen ve arkadaşlarına karşı  bu bencilliğin yüzünden, seni hayatın son bulduğunda bir taşa çevireceğim...  

ve bir sabah gözlerini açtığında kendini serçe yuvasında bulmuş karınca... tanrının ona verdiği sözün üzerinden o kadar uzun süre geçmiş ki aklından çıkmış bi an o söz...kendini hala karınca sanıp, serçelerin kendilerine saldırdıklarını hatırlamış... korkup aniden irkilmiş... ayağa kalktığında kollarının yerini bir çift kanadın aldığını gördüğünde hatırlamış tanrının kendisine verdiği sözü... şaşkınlıkla mutluluk arasında geçen bi kaç saatten sonra eski hayatı aklına gelmiş... ne arkadaşları, ne ailesi... artık yoklarmış... ama  yeni arkadaşlarına alışması uzun sürmemiş... yine bir gün arkadaşlarıyla gökyüzünde turlarken üstlerinde uçan, kendilerinden çok daha büyük bi kuş görmüş... arkadaşlarından birine sorduğunda onun bir kartal olduğunu görmüş... kendisinden çok daha hızlı uçuyor; hatta istediğinde üstlerini bir çarşaf gibi kaplayan pamuksu bulutların üstüne çıkıp gözden kaybolabiliyormuş... serçe, kartala hayran olmuş... ağzındaki şükran dolu laflar artık yerini isyana bırakmış...

- madem beni dönüştürecektin, neden kartal yapmadın ki...!

tanrı, onun bu isyanına kulak vermiş..:

- sen bana serçe olmak istediğini söyledin... kartal değil...

serçe:

- ben kartalın varlığından habersizdim... bilmiyordum... beni kartala çevirir misin... lütfen... daha önce bu iyiliği yaptın... bi daha yapabilirsin... buna gücün var...

tanrı:

- bu dileğini de yerine getireceğim... ancak bu doyumsuzluğun yüzünden seni uzun bi hayattan mahrum ediyorum... çok kısa bir hayatın olacak ve sonra dünyaya veda edeceksin...

serçe kabul etmiş :
- tamam... küçük aciz bir serçe olarak uzun yaşayacağıma... güçlü ve hızlı bir kartal olarak kısa yaşarım... 

günler sonra, uyandığında bir kayalığın üstünde bulmuş kendini... o kadar yüksek ve ıssızmış ki, aşağı bakınca başı dönmüş... etrafına baktığında kimseyi görememiş... bilmiyormuş... kimse ona söylememiş kartalların yalnız yaşadığını... artık serçe arkadaşları da yokmuş yanında... ama o halinden memnunmuş... daha hızlı uçabiliyor ve daha uzun mesafelere gidebiliyormuş... yalnız başına geçirdiği günlerden birinde bulutların seyreldiği yerden yeryüzüne çarpan bi ışık dikkatini çekmiş... nereden geldiğini merak etmiş... ve sonra kendi kendine:

- dur bi dakka... neden çıkıp bakmıyorum ki... ben artık bi kartalım... bulutların üstüne çıkabilirim kolayca...

bunu derken, çoktan uzun kanatlarıyla kendini yukarı doğru itmeye başlamış bile... artık bulutların içindeymiş... biraz oyalandıktan sonra daha yukarıda ne olduğunu, o ışığın nereden geldiğini merak etmiş... bulutların üstüne çıkar çıkmaz çarpan ışıkla kamaşmış gözleri... kör olduğunu sanmış... fakat bi kaç saniye sonra geçmiş bu etki... ve karşısındaki kocaman parlayan şeyi fark etmiş... fark etmemesine de imkan yokmuş zaten... o kadar güzel, o kadar parlakmış ki kendini bambaşka bir dünya bulmuş gibi hissetmiş... o parlak şeye bakarken, bulutların kanatlarına kondurduğu nem kuruyuvermiş.... içi ısınmış... bu duyguyu daha önce hiç yaşamamış... ne karıncayken serçelere duyduğu heyecan... ne serçeyken kartala duyduğu hayranlık... bu.. bu bambaşkaymış... saatlerce alamamış kendini o parlak şeyden... ta ki o parlak şey solup, gözden kaybolana dek... anlamış ki, gece gündüz onun yüzünden var... o gidince dünya karanlık ve soğuk... o gelince aydınlık ve sıcakmış... bir gün, içinde duyduğu o engel olamadığı his onu harekete geçirmiş... bi gün gidip bi daha gelmemesinden korkuyormuş o parlak şeyin... ''onsuz naparım'' diye düşünmüş... ve sabaha karşı, karanlıkta yola çıkmış... geri dönmek yokmuş... ona ulaşana dek yükselecekmiş... kanatlarını aşkla çırpıyor, yorulmaksızın ilerliyormuş... epey ilerledikten sonra gözleri kararmaya, nefesi yavaşlamaya başlamış... o kadar yükseklere ulaşmış ki arkasına baktığında, dünya kocaman bir top gibi görünüyormuş... önce yorulduğunu düşünmüş gözlerinin kararmasıyla... fakat sonra tanrının ona verdiği kısa hayatının sonuna geldiğini anlamış... gökyüzünde hayatının son anlarını yaşamış... bu son anlarında ne arkada bıraktığı ailesini... ne de sıra dışı hayatını düşünmüş... son nefesinde bile düşündüğü tek şey, o adını bile bilmediği parlak ve sıcak şeymiş... güneş... güneş olmuş son gördüğü şey de...tanrı onu taşa çevirmiş son nefesini verdikten sonra... gökyüzünde asılı bu taş parçasına, onun güneşe olan bu saf aşkına karşılık, güneşin parlaklığından vermiş biraz da... o gün bu gündür yıldız olmuş parlarmış gökyüzünde bizim küçük karınca... öyle şatafatlı kocaman olanlarından değil... küçük soluk bir yıldız...

gökyüzüne baktığınızda hatırlayın bu hikayeyi... yukarı kaldırdığınızda başınızı ... kim bilir... belki de gördüğünüz küçük yıldızlardan biridir karınca yıldızı...

~ TheJacops ~

12 Ocak 2013 Cumartesi

bazen gözlerimize inanamayız


uçan çiş



 '' keşke çişimiş uçsaydı... hep altımıza işerdik...''

insan kumbarası




                                                    insan kumbarası

     Kumbara, para biriktirmek için kullanılan, metal, seramik, porselen, plastik vb. maddelerden yapılan, üzerinde para atılacak bir deliği bulunan kapalı kutudur... bizim için küçük değeri olan, hatta çoğu zaman yerde görsek almayacağımız miktarda paraları atarız içine... istersek kağıt para da atabiliriz elbet... aslında tek yaptığı şey bize atığımız parayı unutturmak ve yokluğunu fark ettirmemektir... sonra açtığımızda bi bakmışız içinde ufak ufak birikmiş bir yığın para... bir yığın bir yığın olmasına da; toplasan karın doyurmaz, dertlere çare olmaz... 

    Benim de bir kumbaram var... yalnız ben onun içine para değil; insan atıyorum... arada sırada hayatıma giren küçük insanlar... öyle küçük olmalarına bakmayın, kendilerini büyük göstermeye çalışır, rol yaparlar... ama hayat her an rol yapmak için oldukça uzun... eninde sonunda gösterirler gerçek kendilerini... içlerini... baktım ki böyle insanlar hiç de nadir girmiyorlar hayatıma... işte ben de farkına varınca yarattım bi kumbara... çıkartmak için o insanları hayatımdan... gördüğümde insanların küçüklüklerini atıyorum içine o kumbaranın... unutturuyor o kumbara bana attığım küçük insanları... böylece daha fazla küçüklük yapmalarını engellemiş olmakla kalmayıp; onlara verdiğim büyük değerler karşısında bana yaptıkları küçüklükleri de aklımdan sıyırıp atıyorum...unutuyorum hatırlamamak üzere... tıpkı kumbaraya atılan küçük paralar gibi...

ilerde açar mıyım bilmiyorum... planlamıyorum açmayı...
size tavsiyem; siz de edinin bi tane insan kumbarası... 

_TheJacops_


9 Ocak 2013 Çarşamba

kafası tamamıyla bir uzaylı kafası...


uzaylılar vardır... olacaktır da efenim... bi gulakları olmasa da onları sevelim...

erdil'e kulak yapmak



erdil'e kulak yapmak...

Amatör bir karikatürist için önemlidir erdil... okur, örnek alır, ve hatta yeri gelir taklit edersin... bi bakmışsın kendini onun gibi çizerken bulursun... aslında sıradan bi insan için de önemlidir erdil... zira şu anda evin önünden geçen küçük çocuk kazara onun karikatürlerinden birine rast geldiğinde kendini karikatürist olmak isterken bulabilir... sonra onun da küçükken yapmadığı gibi; ev, araba çizmez... aklından geçenleri çizer, kocaman kocaman gözlü insanlar yaratır...sonra kendi dünyasında konuşturur onları... ilkokulda yarışmalara katılmaz belki ama çizdikleriyle mutlu olur...sonra büyüyüp koca göbekli, çirkin, kel bi adam olur... ama içinde bir erdil yaşar hala... erdil okurken içine serpilen gülücük tohumları hayatı boyunca serpilip yeşillenir, etrafındakilerin de içine neşe tohumu serper... hatta erdil' in arada bir sitesinden paylaştıklarını takip ederse zaten hayatın kendisinin komik olduğunu, o kadar da ciddiye alınmaması gerektiğini anlar... belki üniversitede gelecek korkusu olduğundan istemediği bir bölüm seçer... hani şöyle puanı yüksek, revaçta olanlarından... seçme şansı yoktur belki o kadar da... sonra ona ilerde para kazandıracak bilgiler anlatırken hocası, dersi dinlemez bi şeyler karalar defterinin boş sayfalarına... karaladıkları yine koca kafalı koca gözlü adamlardır... baloncukların içine 'sıkıldım' yazar çoğu zaman... kim bilir belki bi gün mutluluğu ekmeğini eline aldıktan sonra çizeceği karikatürlerde bulur, ekmeğini karikatürden kazanamamasından korktuğu için...kim bilir belki de karikatürü karnını doyurmak için çizmek istemediğinden seçmeye korkar karikatürist olmayı... ama bu onun içindeki erdil'in sonu değildir... erdil bi kere girdi mi içine... kurtulmak olmaz... lanetlenirsin komiklikle, şakayla... çünkü erdil de lanetlidir ağzın kulaklarına varmasıyla... derdi yok değil... herkesin derdi var... ama o biliyor dertlerin geçici olduğunu... 

Erdil yoldan geçen küçük çocuk için değildir sadece... yoldan geçmeyip, evde oturan mahmut amca için de vardır erdil... şöyle ki torunlarının okuduğu penguen dergisinin önünü arkasını kontrol ederken... önden görünmeyen, en arka sayfada pusuda bekleyen erdil' e yakalanır... takar gözlüğünü okumaya kalkışır merakından... bakar ki okudukları tanıdık gelir ona... okudukları çocukken onun içinde hüküm süren şeylerdir... aklından geçirip de babasının kızmasından korktuğu, içine attığı duygulardır yaşadıkları... gözleri dolar neşeyle... asık suratla lanetlenmiş suratını, erdilin kulaklara varan ağız laneti alır... etrafındaki güzellik ve mutlulukları fark eder... torunlarını hiç olmadığı kadar içten okşar... torunlarından biri ressam olmak isteyip de babası izin vermediğinde torunundan tarafta yer almak, oğlunun kafasını kırmak için vardır artık... mahmut amca da başta torunları olmak üzere insanların içine mutluluk tohumu serpmektedir... 

Bu böyle sürüp gider... erdil'in, kulaklara varan ağız laneti, bi gün tüm dünyayı saracak... siz de bu lanete yakalandığınızda, hayata bakışınızı her ne sebeple olursa olsun değiştirip, geçen dakikalarınızın çoğunu mutlu kılmaya karar verirseniz; olduğunuz yerden zafer işareti yapın... çünkü bu gerçek bir zaferdir ve o zaferin önünde siz göremeseniz de erdil vardır... işte sizin o zafer işaretiniz... aslında erdil'in kulaklarıdır... mutlulukla kaldırılan her zafer işareti erdil'e kulak olur... 
kısacası erdil'e kulak yapmak öyle basit bi şey değildir... 
bi gün erdil'e kulak yapmanız dileğiyle...  

''erdil yaşaroğlu'na''
~ theJacops ~



Küçük Yeşil Domuzcuk

       
     Bir zamanlar çiftliğin birinde bir domuz sürüsü yaşarmış... bu domuz sürüsü halinden memnun, gündelik hayatlarına devam ederken ilginç bir şey olmuş... sıra  dışı bir yavru domuzcuk dünyaya gelmiş... doğduğu ilk günden beri çevresindekilerin faklı bakışlarına tanık oluyormuş bu yavru domuzcuk... sebebini anlaması çok uzun sürmemiş... küçük domuzcuk, çiftlikteki diğer bütün domuzların aksine; pembe değil, yeşilmiş... önceleri rahatsız olsa da; kısa zamanda bu özelliğine çok alışmış, hatta diğerlerinden farklı olmak hoşuna bile gidiyormuş... fakat diğer domuzlar yeşil domuzcuğun renginden pek memnun değillermiş... kendi aralarında toplanıp bu dikkat çekici özelliğinden kurtulmak için çare arar olmuşlar... sonunda da onu pembeye boyamaya karar vermişler... fakat öyle bir boya hazırlamışlar ki ne yıkayınca geçer; ne de üstüne boya tutarmış... yakalayıp küçük domuzcuğu batırmışlar pembe boyaya... çıktıktan sonra domuzcuk yeni haline çok üzülmüş... artık diğer domuzlardan farklı değil, tıpkı onlar gibi pembeymiş... günlerce ağlamış, tanrıya dua etmiş... 

'' tanrım n'olur beni eski halime döndür... bana rengimi geri ver... ben farklı kalmak istiyorum! ''

günler gözyaşları içinde geçiyormuş... domuzcuk her gün ağlayıp; tanrıya onun dualarına karşılık vermediği için yakınırmış... artık umudu tükenmekteymiş... eski neşesinden eser kalmamış, ağlamaktan bitkin düşmüş... yine her zamanki gibi ağlayarak uykuya dalmış... o gece çok fırtınalı ve yağmurlu geçmiş... bu yağmur hiç de öyle sıradan bir yağmur değilmiş... gökten, bardaktan boşalırcasına yeşil yağmur yağıyormuş... fakat bu yağmurun bir özelliği daha varmış... ne yıkayınca çıkar ne de üstüne boya tutarmış... çiftlikteki domuzlar bir bir uyanıp kendilerine ne olduğuna şaşırırken, etraftaki sesler yüzünden uyanan domuzcuk etrafına baktığında yemyeşil domuzlar görmüş... çiftliğin diğer bütün domuzları yeşile boyanmış; fakat kendi boyası, üstüne boya tutmadığı için pembe kalmış... pembe domuzcuk o an anlamış tanrının ona umutları tükendiği anda yetiştiğini ve hala diğer domuzlardan farklı olduğu için ona şükretmiş...
   
                                                                                                                                pillowman - Martin Mcdonagh
                                                                                                                    üslup : TheJacops


8 Ocak 2013 Salı

hadi size biraz kedimizden bahsediyim


hadi size biraz kedimizden bahsediyim. 

bizim kedi yukardaki kadar küçüktü ilk aldığımızda. aldık dediysem satın almadık elbette. petshop'lardan hayvan alımına karşıyız !! sahiplendik... adeta bir anne bir baba, hatta anneanne, dede olduk ona... bizim gibi ebeveynlere sahip olduğu için şanslıydı kerata. bu sebepten dedik acaba adını şanslı mı koysak ..? yok dedik sonra ukalalık olur. kendimizi övmek gibi olur. sonra baktık ki ayaklarımızın arasında ayaklarımızdan daha küçük bi kıl yumağı dolanıyor. dedik adı ''patik'' ossun. macera böyle başladı, böyle girdi patik hayatımıza.  





ilk günler
ilk günler güzeldi... hey gidi günler... henüz yeni çıkmış dişleriyle ısırmaya çalışırdı. acıtmayınca sevimli gelirdi. gülerdik, eğlenirdik... ayağımızın altında ezilmek için bi çaba sarfediyordu sanki. (şimdi diyorum ki keşke kaza süsü verip üstüne basıp kafasını ezseymişim...korkma şakaydı...valla şakaydı...lan yemin ediyorum bak) ...her neyse... minicikti işte... hani bebekler tuvalet bilmez bezlerine işer sıçar ya bizimkinin bezi de halıydı... kumuna gitmez halıya yapmayı severdi... merak etmeyin artık kumuna yapıyor... o meseleyi kendi aramızda hallettik... günler böyle geçerkeeeennn; bi de baktık kedimiz ergenliğe girmiş... 
şu şekilde yani;












kedimizin öz anne ve babasını nasıldır diye düşünürdük hep... o büyüdükçe gözümüzün önüne gelen fotoğraf netleşti. patik'in annesi muhtemelen şöyle bişeydi:






evet biraz varoş bi kedidir kendisi... bi kaç kere bunu destekleyici teşebbüslerde bulunup kendisini suçüstü yakalamaya çalıştım... yakaladım da... bunlardan bazıları:
1. viskası alıp koltuğun arkasında yemeler. ne var gözümüzün önünde yesen! zaten onu sana veren biziz, neyi kimden kaçırıyosun anlamadım ki. (görgüsüzlük)
2. öyle yavan et yemeeezz... ekmek arası olucaak paşama...
3. kulağı arkaya atıp evin içinde tur atmalar. ( eline tesbih versen çeker... o derece... tesbihin varlığından haberi yok neyse ki...)   
kısacası bi yüzsüzlük, bi isyankarlık  bi ''de get lan!'' halleri yani...

kendisiyle birlikte büyüyüp serpilen bu olumsuz davranışları karşısında onu dışarı atmayı düşünmedim değil...
ama sonra gözümün önüne şu tablo geldi:






sonra dedim Patiğin suçu ne!! içim el vermedi vazgeçtim...



iştahından bahsettim mi?
iştahı oldukça yerindedir... bilir misiniz bilmem, kedilerin damak zevki vardır... süt sevmeyen kedi var mesela... sadece sütaş marka yoğurt yiyen kedi duydum yaa... kaymaklısından... bunlar size şaşırtıcı gelebilir... ama daha şaşırtıcı olan bizim kedi... çünkü onun bi damak zevki yok... aklınıza gelebilecek her şeyi yer... daha bugün mantar sotenin suyunu içti...şalgama bi dil attı... sotenin kendisini de yerdi de ona bırakmadık... şimdilerde annesi gibi yedikleri karşısında fitliğini koruyor... fakat ilerde muhtemelen şu hale gelecek:





 huysuz
kediler her ne kadar huysuz yaratıklar olarak bilinseler de, kendilerinin belli olaylara belli tepkiler vardır. bunu da en çok kuyruklarıyla gösterirler. ama biz, bizimkinin huyunu hala çözemedik... kuyruğunu doğru kullanabildiğinden emin değiliz...




mürüvet
kendisinin cinsi tekir olup hali hazırda pek dikkat çekici bi kedi değildir. aksine dikkat etmezseniz çok iyi kamufle olur. sarmal cinsi kedi sevdiğimden kendisini sarmalla çiftleştirip doğacak olan sarışın torunlarıma Kıvanç ismini koyucam... evet hepsine de kıvanç... kıvanç 1, kıvanç 2,3,4 vesaire vesaire...her baba gibi benim de istediğim bir damat modeli var yani:


bu bir kedi biyografisi değil... bir babanın kızına olan hisleridir..!
yazımın sonuna gelirken biriken duygularıma hakim olamıyorum... gözyaşlarım kağıda... şey pardon ekrana akıyor... o minnacık küçük kız şimdi büyüdü ve genç kız oldu... aylar ne çabuk geçiyor... gün gelecek baba ocağından gidecek kaynanasının yanına... ama ne olursa olsun o bizin gözümüzde hala ilk günkü patik...


şu an kucağımda...
...tam olarak şöyle


END ~



bazen kendimizi şaşırtmayı severiz...




merakla beklenen dönem sonu açıklaması
(2012-2013 eğitim öğretim yılının 2012'li kısmından bahsediyorum)

bir dönemin daha sonuna gelirken, izninizle burdan kendime bi kaç soru sormak istiyorum. izin verdiğinizi farzederek :

1. bu dönem allah için ne yaptın.!'^+%&//()=?? ( sonunda buldum soru işaretini, türkçe klavye çok zor...)

cevap: bana verdikleri karşısında şımarmadım. her ne kadar pek istediklerimi vermese de önceki verdikleri için dua ettim. yıllık dilek kotası bi sonraki yıla aktarılıyorsa seneye verimli bir yıl olacak gibi...

2. bu dönem neler öğrendin ? ( artık öğrendim yerini, yemezler )

cevap: seneye unutacağım bi yığın FAYDALI bilgi. onları unutmazsam beni çok iyi yerlere getireceklerine söz verdiler...

3. bu dönemin en çılgın hareketi ?

cevap: aslında ''eve çıkmak'' muhtemel cevabıydı bu sorunun, taaa ki eve kedi alana kadar. kedi almanın neresi çılgınca demeyin. kedinin kendisi çılgın olduğundan almak fiili de çılgın hale geliyor haliyle. ( şöyle ki; kanatsız uçan bir yavru kedi düşünün. bahsettiğim kedi gözünüzün önüne gelenden çok farklı değil. )  

4. bu dönemin en mantıksız hareketi ?

cevap: bi keresinde acıkmama rağmen karnımı doyurmadan yatmıştım. aslında düşününce en çılgın harekete cevap olabilirmiş bu. ya açlıktan ölseydim gece uyurken. allah korumuş. 

5. bu dönemin en acınası olayı ?

cevap: dönemin sonlarında şahit olduğum range rover'a çarpan taksici vakası. düşününce taksiciler de az kazanmıyor lan. vazgeçtim. Okulun A1 kapısında gecenin bi saati gördüğüm, sebebini anlayamasam da, acıklı acıklı miyavlayan kedinin beni görünce ses tonunda en ufak bir değişiklik olmaması. çok kanıma dokundu kendime acıdım. bende derdine çözüm olacak potansiyeli görmemsi beni üzdü. oysa ona yardım edebilirdim. etmedim.  

6. bu dönemin acı kaybı ?

cevap: dönemin başından beri yurttaki emanetlerimi almadığım için sanırım artık onlardan yoksunum. (hayır ağlamıyorum, az önce bahsettiğim kedi yaladı gözümü. valla bak. böyle bi pis huyu daha vardır kendisinin, olur olmadık, ulu orta yalar... ayıp nedir bilmez.)

7. bu dönem için kendime sormaktan çekindiğim soru ?

cevap: '' nereye sıçacaklar...!!!??? ''


~ the end ~

7 Ocak 2013 Pazartesi

kalkıp gidememenin şiiri


Kalkıp gidesim var buralardan
tüm sevdiklerimi alıp yanıma
...
kalkıp gelesim var oralara
bütün sevdiklerimi alıp; yanına
...
özledim... 
özlemek kötü !
umarım iyisindir oralarda
...
özledim...
özlemek güzel !
seni yaşatıyor bana
...

başlangıç

aman da kim gelmiş...


tabi ki ben..!

hoş bulduk efenim
...